Dükkanı kendindi.
15 yıldır işletiyor, geniş kapısından girenler onun dost yüzüyle karşılaşıyorlardı. Önünde durduğu temiz tezgah ile sırtını döndüğü duvarı boydan boya kaplayan soğutucudan başlayarak; sekiz çarpı altı metre genişlikteki dükkanında bir baştan öbürüne raflar hep doluydu. Konserve kutuları, yarım kiloluk ya da kiloluk marka ürünleri hep tertiplice dizilirdi.
Kimi günaydın diyordu.
Kimi merhaba!
Hayırlı günler diyen de vardı.
Selamün aleyküm diyen de…
O, mahallenin bakkalıydı.
Çoğu müşteri peşin para veriyor, kimi “hoşça kal” diyerek istediklerinin doldurulduğu poşet torbaları alıp gidiyordu. O, veresiye geçinenleri tanıyordu. Borç defterine yazılıyordu.
Özgür Bakkal dürüst adamdı.
Veresiye farkı koymuyordu.
Çocukların da bakkal amcasıydı.
Yeri gelince mahallenin bekçisi, yeri gelince mahallede herkesi tanıyan kimin nerede oturduğunu bilen muhtarı, yeri gelince de mahallenin ATM’siydi. Uzun zamandır, müşteri sayısı her geçen gün daralıyordu. Mahallelinin çoğu sadece ekmek, sigara, pet şişede su almak için geliyor temel bakkaliye mallarını, içinde bahçivan makası bile satılan, arkadan itilen dört tekerlekli alışveriş arabalarına haftalık ihtiyacın silme doldurulduğu, her zaman bol ışıklı marketlere gidiyordu.
Xxx
Markette çeken bir şey vardı.
Neydi o?
Neyse ne fakat onun dükkanını kapatmak ile biraz daha fazla dayanmak arasında gidip gelmekte olduğu günlerin birinde mahallenin Zeynep Teyze’si, gittiği süper markette 10 kuruşu eksik çıktı diye kasadaki görevli hanım kız, aldığı ürünlerden birini çıkarttırdığını anlatmış, boynuna sarılarak “Sen olsan para bile istemezdin” demişti.
Özgür Bakkal dayanmadı.
Geçen gün kapandı.
Bakkallığı bıraktığı gün “acaba bütün Türkiye’de kaç bakkal kapanıyor?” diye düşünmüştü. Büyük market zincirleri ile AVM’ler, yıllar öncesinden “bakkal yiyen canavarlara” dönüşmüşlerdi ve son yıllarda kapanan bakkal sayısı da artıyordu. Bakkallar, mahalle sakinlerine çaktırmadan, kimseye açılıp anlatmadan önce bankalardan faizle borçlanıp dayanmaya çalışıyor fakat bir süre sonra banka faizine dayanamaz hale gelince ve haciz belası kapılarına gelip dayanınca bittiklerini kabul ediyorlardı.
Dükkanın kirası birikiyordu.
Su parasını ödeyemiyor.
Suyu kesiliyordu.
Doğalgazı yatıramıyor.
Doğalgaz da gidiyordu.
Özgür Bakkal, son 4 yıl içinde borç para aldığı bankasına 17 bin TL faiz ödemişti, kazancı banka faizini bile ödeyemez düzeye inmişti. 15 yıldır kapısını her gün sabah ezanıyla açtığı dükkanını kapattığı gün cebinde sadece 7 lira 30 kuruşu vardı. O gün televizyonlar sabah haberlerinde; “Türkiye’nin yiyip içerek yıllık yüzde 8 büyüdüğünü ve ekonomik büyümede Çin’den sonra Dünya ikincisi olduğunu” ve parakende pazarındaki toplam hacmin yıllık 150 milyar doları geçtiği haberini veriyorlardı.
Xxx
Türkiye hızlı büyüyordu.
Özgür Bakal da işsiz kalmıştı.
Oğlu askerden gelmişti.
Oğlu da işsizdi.
Kızı üniversiteyi bitirmişti.
O da iş arıyordu.
Türkiye yiyip içerek büyüyordu.
Yiyip içerek büyüyen ekonominin bakkallara da pek bir faydası olmuyordu. Bakkal sayısı azalıyor, hiper market, süpermarket, market sayısı artıyordu. Hiper marketlerle süper marketlerin yüzde 80’ni yabancı sermayenin eline geçmişti. Yine de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın çıkarttığı “Türkiye’nin Esnaf Profili” nde; Türkiye’de esnafın en çok tercih ettiği meslek dalı bakkallık, bayilik, büfecilik ve en az tercih ettiği meslek de tornacılık olarak görünüyordu.
Yazar : Necati DOĞRU
Geri |